Ülkenin boş yere enerji tüketmesine yol açan ve Kürtlere de faydadan çok zararı olan terörle sonuç almaya çalışmak ne kadar yanlışsa, devletin, demir yumruk siyaseti ile milleti hizaya sokmaya çalışması da aynı derecede yanlıştır. Her iki yöntemin de sonuç vermesi imkânsızdır.
Bir insanı; ana babasını, akraba ve taallukatını inkâra zorlamak ne kadar çirkin ve insanlık dışı ise bir ulusu, bir etnik grubu yok saymak ve asimilasyona tabi tutarak başka grupların içinde eritmeye çalışmak da o derece çirkindir, insanlık dışıdır. Zaten bu şekilde insan fıtratına aykırı olduğu için asimilasyon, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde ‘insanlığa karşı işlenen suçlar’ kategorisi içinde zikredilmiş ve BM tarafından yasaklanmış bulunmaktadır.
Devletin birliğinin ve aynı çatı altında kalmanın savunulması, hiçbir zaman asimilasyona rıza göstermek demek değildir. Elbette ana çatının altındaki her etnik gruba, bu arada en büyük grup olan Kürtlere de en geniş şekliyle bütün sosyal ve kültürel haklar verilmelidir. Bunu savunmak demokrasiyi içselleştirmiş ve insan hak ve özgürlüklerini özümsemiş herkesin en başta gelen görevidir. Zaten bunun aksi bir düşünce Kürt kimliği taşıyan vatandaşlar açısından kendilerini inkâr etmek demektir.
Esasen etnik mensubiyet ne böbürlenmeye ne de yerinmeye vesile olacak bir vasıf değildir. İnsan olmak hasebiyle hiçbir insan bir başkasından üstün olmadığı gibi, herhangi bir insan topluluğu da diğer bir topluluktan üstün değildir. Birliğimizin sağlanması için insanlık ve İslamiyet gibi bir ortak paydamız varken, bölünüp parçalanmanın hiçbir geçerli mazereti olamaz. Asıl olan, çatı altındaki her etnik grubun kendisi kalarak, kültürel değerlerine sahip çıkıp inandığı şekilde yaşamasıdır.
Geldiğimiz nokta itibariyle çözümün adresinin, Kürtlere, mümkün olan her türlü demokratik hakkın verilmesi ve gönüllülük esasına dayanan birliktelikten geçtiği anlaşılmış bulunmaktadır. Bugüne kadar zorla, dayatmayla herhangi bir soruna çözüm bulunduğu görülmüş, işitilmiş şey değildir. Bu konuda mesafe almanın insanların rızası ile doğru orantılı olduğu tartışılmaz bir gerçektir.
Meseleye Kürtler açısından bakınca; bağımsızlık talebinin pek mantıklı olmadığı ve ülke birliğinin bozulmasının kendi çıkarlarıyla örtüşmediği görülecektir. Şu soruya hepimiz açık yüreklilikle cevap vermek durumundayız: 814.578 m2’lik yurdun her karış toprağından faydalanmak yerine, doğal kaynaklardan yoksun Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin daracık sınırlarına hapsedilmenin Kürtlere ne gibi faydası olabilir? Aslında bunu gündeme getirenlerin derdinin bağımsızlık falan olmadığını tahmin etmek zor değildir. Onlar, kendilerine rant sağlayan düzenin devamı için sürekli istismar edecekleri bir konunun, kaşıyıp kanatacakları bir yaranın mevcudiyetinin özlemi içindedirler. Zaten bugüne kadar tarih; zorla, şiddet yoluyla bir ülkeden toprak koparıldığına şahit olmamıştır. Görüldüğü gibi, sonuç vermeyeceği kesin olan böyle bir arayışa girmek zaman ve emek israfından başka bir şey değildir.
PKK terörü ile devletin baskı politikaları arasında sıkışıp kalan ve bu iki yönlü baskının verdiği ruh hali ile bazı olumsuz tavırların içine giren halkın bir kesimi, kendileri dışında herkesi öteki ve düşman gören ırkçı bir tutumu benimserken, diğer bir kesimse, adeta kendilerini inkâr edercesine, teslimiyetçi bir tutum içine girmiş bulunuyor. Her iki tutumun da yanlış olduğu izahtan varestedir.
Irkçı yaklaşımların düşmanlık tohumları ektiği ve sorunları büyütmekten başka bir işe yaramadığı yaşanmış tecrübelerle sabittir. Öte yandan, bir halkın, yeni yetişen neslinin kendi ana dilini konuşamayacak derecede kültürel değerlerine sırt çevirmesi ve yabancılaşması sorunların çözümüne katkı yapmadığı gibi aynı zamanda bu, hazin ve utanç verici bir durumdur. Böyle bir durumun, kendi rızası ile asimile edilmeyi kabul etmekten başka bir anlam ifade etmediği aşikârdır.
Hele bu durumu içselleştirenlerin arasında Kürt hakları konusunda mangalda kül bırakmayanların da olması, tam ibretlik bir durumdur. Bu durum, Kürt edebiyatı yapanların ve konuyu istismar malzemesi olarak kullananların söylediklerinde pek de samimi olmadıklarının açık bir göstergesidir.
Türkiye’ye kan kaybettiren, ülkemizin ileri hamleler yapmasının önüne set çeken Kürt sorunu çözülmeden düzlüğe çıkmanın mümkün olmadığı anlaşılmış bulunuyor. Düelloyla, karşılıklı atışmayla bu konuda en ufak bir ilerlemenin sağlanması mümkün değildir. Sorunun çözüm yolunun, güvenlikçi politikaların terk edilerek müzakereci siyasetin devreye sokulmasından geçtiği iyice belli olmuştur. Konunun çözüme kavuşturulması için, bulunacak formülün Kürt halkının desteğini arkasına alması olmazsa olmaz bir şarttır. Aksi takdirde bir kısır döngü içinde debelenip durmak kaçınılmaz olacaktır.
Daha aydınlık ve müreffeh yarınlara kavuşmak dileği ile…
NOT : Konunun pekiştirilmesi ve derli toplu bir fikir edinmek için, şayet okunmamışsa, yazının birinci bölümünün mutlaka gözden geçirilmesinin gerekli olduğu kanaatindeyim.