Ben ayrılıkları hiç sevmedim. Veda sözlerini, hoşça kal demeyi… Gitmek cesaret ister aslında gideceğin yer neresi olursa olsun. Kalbinde hep bir burukluk kalır, kolay değildir vedalaşmalarda el sallamak. Çok şey vardır aslında söylenecek, “ ama ” dersin. “ Giderayak sözlerle anı daha da çekilmez hale getirmenin bir manası yok…” diye düşünürsün.Yürekten coşkuyla kopup gelen ve sırayla boğazına düğümlenen kelimeler birde bakmışsın ki gözlerinden pınar olup akmış… Çoğu kez merak edilir; Kalana mı zor? Gidene mi? Diye… Sevdiklerinle arana mesafeler girince varış yerinin pekte önemi kalmıyor aslında. Çıkış noktasından uzaklaştıkça arkanda bıraktığın siluetlerin ufalarak kaybolması… Tamda o zaman anlarsın işte! Vedalaşmak asıl kalana değil gidene zordur. Ben en çok “ Hoş Geldin…” demeleri sevdim… Hoş geldin derken, neredeydin bu zamana kadar? İyi ki geldin, hep kal, bir kahve, sıcak bir sohbet, mutlu bir paylaşım, dertlerim, sevinçlerim “ Hoş Geldin ” dersin… Bunu anlar zaten gelen, sohbetinden, sözlerinden ondaki yaşattığın hoşnutluğunu. Gelen misafir küçük bir çocuk gibidir saf ve temiz ama her gelen değil!!! Yalnızca hoş gelen… Bu yüzden yazılarımı okuyan tüm gönül dostlarıma Nazım Hikmet Ran’ın “ Hoş Geldin ” şiiriyle seslenmek istedim… Hoş geldin! Kesilmiş bir kol gibi omuz başımızdaydı boşluğun... Hoş geldin! Ayrılık uzun sürdü. Özledik. Gözledik... Hoş geldin! Biz, bıraktığın gibiyiz. Ustalaştık biraz daha taşı kırmakta, dostu düşmandan ayırmakta... Hoş geldin. Yerin hazır. Hoş geldin. Dinleyip diyecek çok. Fakat uzun söze vaktimiz yok. Yürüyelim…