Bazen çocuk kalabilseydik diyorum, “ içim titreyerek ” Belki de en güzel günlerdi de biz kıymetini bilemedik Büyümenin daha güzel olduğunu düşledik Şimdi yaş aldıkça anlıyor insan; yılın, günün, saatin hatta saniyelerin içinde kayıp giden şeylerin kıymetini… İdrak edenler tüm coşkusuyla anı yaşamanın telaşına girerken, idrakine varamayanlar elbirliği ile seni darağacına asıp sallandırıyor ne yazık ki Hem de sorgulamadan, son sözünü bile sormadan Oysa anın, mutlu olmayı başarabilmenin, gönlünde yer edinenleri önemsemenin kime ne zararı var ki? Onları “onore” etmekten başka… Ah bir bilseler! Gösterilen ihtimamın yetiştirilme tarzı, saygı ve birazda kişilere yüklediği anlamdan ibaret olduğunu… Anlamayana, sayılı olan nefesinizi tüketmek sizi sadece yorar… Çünkü onun algısı, yüreğinde size gösterdiği yer kadardır. Unutmuşuz; hayata nerden bakacaklarını bilmeyen, küçük şeylerle yetinmeyen kişilerin etrafında mutlu insanlara tahammülü olmadığını. Keşke insanlar sahip olduğu kalp gibi kalplere denk gelebilseler… Acaba, hüznün gözyaşı bir gün yerini mutluluğa bırakır mı? Daha fazla sessiz kalamayan sevgi dolu yürek tüm zarafetiyle başını kaldırıyor Ve “Hüznün olduğu yerde acı vardır, acının bulunduğu yerde de asilliğe yakışan sessizce gitmektir.” Diyor. Giden azdan az, çoktan çok götürür giderken; Ama mutlaka bir şeyler götürür! Kalana kırıntı bile haramdır… Çünkü gördüğü değerle mütevazılığı hiçe sayan, başı Kafdağı’na erendir artık… Oysa bilmeliydi boş başağın rüzgârın önünde bir sağa, bir sola sallanan olduğunu… Bazen ulaştığımız cevaplar daha fazla sorulara da neden olabilir Ama zaman iyi gelir insanoğluna, “yok ” ile anlarsın “var” ın değerini Demem o ki; kalmak için bir nedenin olmaması, gitmek için iyi bir nedendir aslında…