Kelli felli yazarlar, çoğu yazısında yaşadığı yerden örnekler verirler. Mesela bir sabah uyanırlar ve akşama dek gittikleri şık yerlerden, bir birinden farklı sanatsal veya siyasal etkinliklerden, ulaşılması zor markayla dolu yerlerden yaptıkları alışverişten bahsederler…
Başarıları takdir de görür; ödül alırlar, saygı görürler, yüksek maaşlarla iyi bir yaşam elde ederler…
Bazıları, burnundan kıl aldırmaz; sosyetenin aşina olduğu konuları gündeme getirir.
Bazıları da sırça köşkte oturarak, halkın içinden olduğunu ispata çalışır.
Her ikisi de zorlamadır elbet.
Çünkü hiç bir fotokopi, aslının yerini tutmaz.
Hiç bir örnekleme, yaşananı tam tasvir etmeye yetmez.
Ama kabul edelim ki şanslılar, hem de çok şanslılar…
Çünkü gezecekleri çok yer, diyalog kuracakları çok kişi ve gidecekleri çok etkinlik var.
Bazen ülkenin önde gelen siyasi ve işadamlarıyla kahvaltı da buluşur.
Bazen toplumun hayranlığını kazanan bir sanatçıyla hasbihal ederler.
Bazen de hayatın sillesini yemiş bir vatandaşı gündemine alırlar.
Metroya binerler, tramvayda gezerler.
Bazen vapurda toplumun nabzını tutar, bazen de teknede martılarla sohbet ederler.
Taksiye binerler, denizin altından yolculuk ederler.
Sonra ucu bucağı görünmeyen parklarda, alışveriş merkezlerinde takılırlar.
Kim bilir, bazen de sanatın bütün dallarını yakından inceleme şansları olduğu gibi, ülkenin nereden nereye geldiğini de yaşadıklarıyla test ederler.
Siyasetçiyle ilk elden, işadamıyla da ilk elden görüşerek, her şeyin doğrusunu öğrenme şansı yakalarlar.
Yazılmaması kaydıyla söylenenler ise -asıl ufkunu açanlar olarak- yazarın hafızasında yer eder.
Bazen emeğinin geçmediği yazılar çıkar gazetedeki köşesinde.
Bir kısmını asistanı yazmıştır, bilgiyi toplayan veya redakte edeni vardır.
Bazısının sekreteri mahirdir, bütün kulis bilgileri elindedir.
Yetmez tabi.
Hem bilgiye kolay ulaşırlar, hem ekonomik sıkıntı olmadığından, standardı yüksek bir yaşamı elde ederler.
Ve buna rağmen daha iyi bir ekonomik kazanım için kimi sırtını iktidara, kimi de muhalefete dayar.
Bazıları da kirli ittifakların emrine amadedir.
Bu, birikimleri ve sahip olduğu imkânlara göre tezat bir durumdur ama bunun farkına varmazlar.
Sonra okuyucular, yazarların sahip olduğu değere göre yazdığını sanır.
Bu da yazarımızın işine gelir.
Değişen gazeteyle birlikte, değişen fikirlerine kılıf bulmakta da gecikmezler.
Peki, bu yazarlar taşrada yaşasaydı ne olurdu bir de onu hayal edelim...
Canlı örneği çok ama onlar “yerel” unvanını yazarlıktan ve gazetecilikten önce kullandıklarından pek kıymeti harbiyeleri olmayanlardır…
***
Bir sabah kalkarsın, henüz yayınlandığını görmediğin yazın için tehdit telefonları alırsın.
Her yazdığın yazı ve yazına konu edinen her muhatap için araya girecek bir “yakının” vardır…
Evden çıktığında, gidebileceğin yegâne yer çay ocaklarıdır…
Elit takılmak istersen Simit Sarayı, senin için lükstür bile…
Önce delegeyi seçen ve sonra “seç beni, seçeyim seni” zihniyetiyle teşkilata kurulanların ulaşılamaz olduğunu görürsün…
Seçilene kadar etrafında pervane olan, seçildikten sonra kendisinden başkasını beğenmeyen, düşük karakterli seçilmişleri konu edinip, edinmeyeceğinin hesabını yaparsın…
Valiliği eleştiremezsin, gazetenin ilanının başına bir haller gelir…