Türk demokrasi tarihine “postmodern darbe” olarak geçen 28 Şubat’ın 15’nci yıldönümü vesilesiyle 29 Şubat 2012 tarihli yerel gazetelerde yer verilen mağduriyetleri okurken Ebubekir Aytekin’le ilgili bölüm dikkatimi çekmişti.
Aytekin o yıllarda Adıyaman İl Milli Eğitim Müdürlüğünde müfettiş iken 17 Ağustos 1997 tarihli bir yerel gazetede yayınlanan köşe yazısı nedeniyle eski deyimle “tenzili rütbe” ile öğretmen olarak Zonguldak’a sürgün edilir…
Bir dostumdan temin ettiğim, söz konusu “ZULMÜN YENİ ADI ÇİFTE STANDART” başlıklı yazıyı aşağıda birlikte okuyalım:
“Zulmün modern adı çifte standarttır. Kanun ve kuralların güçlüler lehine, mazlumlar aleyhine işletilmesinin adıdır. Ancak tarih boyunca yıkılan bütün hanedanlar, devletler ve imparatorluklar, kendi halkına zulmetmeye başlayıp çifte standart uygulayınca yok olup gitmişlerdir. Meşhur bir söz vardır: "Küfür devam eder, ama zulüm devam etmez." Çünkü Allah zulme razı olmaz...
Asr-ı Saadette Kureyşli bir kadın hırsızlıktan suçlu bulunmuştu. Bazıları Kureyş’in şerefini korumak için kadını cezadan kurtarmak istediler. Usame b.Zeyd'i aracı yapıp Resulullah'tan (SAS) kadını affetmesini rica ettiler. Resulullah (SAV) hiddetlenerek: "İsrailoğulları işte bu yüzden helak olmuştur.Onlar kanunları fakirlere uygular, zenginleri affederlerdi" buyurmuştur.
İnsanlık tarihinde küfür hep var olmuş ve imanla olan mücadelesini çeşitli şekillerde devam ettirmiştir. Ama zulüm hiçbir zaman payidar kalmamıştır. Zulme başvuran kâfirler, helak olup gitmişlerdir. Bugünkü zalimlerin de helak olması mukadderdir ve adeta görülmektedir.
Çünkü çifte standart o kadar bariz ve açıktır ki günümüzün modern zalimleri ve zulmün temsilcileri insanın lehine olan bütün değerleri kendileri için birer hak, başkaları için lüks görmektedirler. İnsan hakları, konuşma ve yazma özgürlüğü, demokratik hakların kullanılması, istediği okulda okuyabilme, istediği gibi giyinme, eğlenme, gezme, beğenmediği uygulamaları protesto etme kendileri için icat edilmiş vazgeçilmez birer hak iken, inancını yaşamak isteyen, inancı doğrultusunda giyinmek isteyen, çocuğunu istediği okula göndermek isteyen büyük halk çoğunluğu için bu değerler geçersiz addedilmekte ve bu çoğunluk küçümsenerek hakarete varan ifadeler kullanılmaktadır.
Devlet erkânının bulunduğu bir törende Kur'an-ı Kerim'i gösterip "buna uyun" diyen bir kişiyi meczup ilan eden ve mahkemelerde süründürerek çeşitli cezalara çarptıran bu zihniyet, kim olduğu ve hangi niyeti taşıdığı belli olmayan kefere bir kadının büyük halk yığınlarını tahrik etmek için ve inanan kesim üzerine malûm çevreleri kışkırtmak için elindeki resmi göstermesi çok büyük bir kahramanlık olarak lanse edilmektedir.
Aynı zihniyet her defasında Müslüman’ı hor ve hakir görmekte, Müslümanlara yobaz, Müslümanlığa da irtica derken adeta alay edercesine, "Namaz kıldınız da engel olan mı var? İşte cami açık değil mi, istediğiniz kadar namaz kılın, orucunuza engel mi var?" gibi sözlerle adeta milleti aldatmaya çalışmaktadır.
Esasen bunların tahammül edemedikleri şey, İslami kimliktir. İslami kimliği olan bir kişi bunlara göre siyaset yapamaz, devlet kademesinde herhangi bir görev alamaz, memleket yönetiminde söz sahibi olamaz, askeri okullara giremez, parlamenter olamaz, hakkını arayamaz, fikrini söyleyip yazamaz. Ancak isterse namazını kılar, orucunu tutar, bir köşeye oturur durur. Eğer böyle yapmazsa dini siyasete karıştırmış olur ve laiklik ilkesini, Atatürk ilke ve inkılâplarını çiğnemiş olur. Türkiye'yi karanlığa götürmüş olur. Türkiye'nin kalkınmasına ve ilerlemesine engel olmuş olur!
İmam-Hatip liseleri üzerinde bugünlerde oynanan oyunlar da aynı anlayışın tezahüründen başka bir şey değildir. Bu okullarda Kur'an-ı Kerim, Arapça, fıkıh, akait gibi dersler verildiği ve bu öğrenciler dinini, milletini, memleketini seven birer insan olarak yetiştikleri için buna tahammül edilememekte ve bu yüzden kapatılmaya çalışılmaktadır. Zaten bunu kendileri de itiraf etmektedir. Böylece de herkesin kendileri gibi yaşamalarını, kendileri gibi inanmalarını, kendileri gibi giyinmelerini ve kendileri gibi düşünmelerini istemektedirler. Bu yüzden tek tip insan yetiştireceğiz demektedirler. Ama her devirde olduğu gibi bu devirde de zulüm zalimin aleyhine netice verecektir. Milletimizin sağduyusu hep bu şekilde tezahür etmiş ve halk sandıkta zulmü boğmak için elinden geleni yapmıştır.
Bu nedenle diyorum ki zalimler için yaşasın sandık… Ve zulmün yeni adı çifte standart…”
Ebubekir Hoca’mıza ait zulümden bahseden“zalim yazı” burada bitiyor…
Artık 28 Şubat’ların bittiği gibi…
Şimdi önümüzde 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı var; dileyenin başı açık veya kapalı katılabileceği, “cumhur”u frak ve smokinler içinde boğmayan, Çigan Müziği ve Macar dansı yerine Mehter Marşı, Aşık Mahzuni Şerif, Ozan Arif, Neşet Ertaş gibi ulusal değerlerimizin parçaları eşliğinde “özgür” resepsiyonların devam edeceğini umduğumuz 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ve öncesindeki Kurban Bayramımız şimdiden kutlu olsun…