Bundan 50 yıl önce Türkiye – Suriye sınırına döşenen mayınların temizlenmesi son günlerin önemli gündem maddesi durumuna geldi.
Türkiye – Suriye ilişkilerinin normalleşmesi ile birlikte bu mayınların temizlenmesine olumlu bakılabilir. Çünkü bu topraklar 178,5 milyon metrekareyi bulan oldukça geniş bir arazi. Yani birçok ülkenin yüzölçümünden fazla bir toprak parçası.
Bu topraklar dinlenmiş, başta organik tarım olmak üzere her türlü tarıma elverişli topraklar.
Bir yandan da Türkiye’nin imza koyduğu Ottawa Sözleşmesine göre 2014 yılına kadar temizlenme zorunluluğu var.
Anlaşıldığı kadarıyla bu mayınların temizlenmesi için işin özel bir firmaya ihale edilmesi gerekiyor.
İşte konu buradan bakıldığında da biraz daha önem arz ediyor. Muhalefetin iddiası bu özel şirketin İsrailli bir firma olduğu yönünde…
Bilindiği üzere bu mayınların bulunduğu alan İsraillilerin vaat edilmiş topraklar olarak kutsal bildikleri ve ele geçirmek için ne gerekiyorsa yapacakları topraklar. Aynı zamanda yakın tarihte büyük bir öneme haiz olacak olan tatlı su kaynaklarının zengin olduğu, petrol rezervlerinin bulunduğu, dünya devletlerinin gıpta ile baktığı GAP bölgesi.
Mayın temizleme işinin yap-işlet-devret modeli yerine iş karşılığı, 49 yıl gibi uzun bir süreçte kiraya verilmesi şeklinde sözleşmeye bağlanması durumunda işler vahimleşir.
Bölge mekanik mayınlardan temizlenmiş, ancak ondan daha tehlikeli İsrail zihniyet mayını ile döşenmiş olur. Bunun daha değişik adı, vatan topraklarının peşkeş çekilmesi, biraz daha ağır ifadesi ise vatana ihanet şeklinde olur.
Çünkü İsrail’in bu topraklara ayak basmaları ikinci bir Gazze’nin oluşmasına zemin hazırlama anlamı taşır. Bana göre İsrail’in bu topraklar üzerinde tasarruf hakkı olacağına mayınlı kalması daha isabetli bir karar olur.
Tabi ki, bunlar şimdilik sadece iddia. Ortada daha ne bir karar var, ne ihale aşaması, nede ihaleye girecek olan firmalar.
Toplum olarak böyle bir karara hazırlıklı olmamız ise faydamıza olacaktır. İş işten geçtikten sonra gösterilecek refleks işe yarayamayabilir.
Davos’ta Şimon Perez’e “siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” demişti Sayın Başbakan. Evet, katılıyorum Sayın Başbakana. Onlar öldürmeyi çok iyi bilirler. Satın aldıkları arazilere yerleşip öldüre öldüre sınırlarını genişlettiler, genişletiyorlar.
Yine yapacaklardır Sayın Başbakanım. Bunu Türkiye’de de yapmak isteyeceklerdir.
İsrail boyutu bu kadar tehlikeli. Ancak, İsrail değil de, başka ülke olması da doğru değil. Bu kadar geniş ve uzun yıllar işlenmemiş bir arazi ülke ekonomisini düze çıkaracak boyuttayken neden başka ülkenin hizmetine verelim.
Yarım asır işlendikten sonraki çorak topraklardan biz ne gelir elde edebileceğiz. Yani bizim buradaki ekonomik veya siyasal rantımız ne olacak?
Sadece cici görünmek için mi yapmış olacağız bu fedakârlığı. Bu topraklarda organik tarım yapılır ve diğer yeraltı-yerüstü kaynaklarından faydalanır, bölge insanlarını da faydalandırırsak, bölgede ne terör kalır, ne işsizlik, ne geri kalmışlık.
Bu alanın temizlenmesi için 1 milyar dolara ihtiyaç duyulduğu belirtiliyor. Eğer gerçekten bu paraya temizlenebiliyorsa ve eğer gerçekten Türkiye 1 milyar dolar karşılığında ülke topraklarını riske ediyorsa… (hiçbir şey demiyorum)
Yani Türkiye 1 milyar dolar karşılığı, yarım asır ekilip biçilmemiş dinlenmiş araziyi yine yarım asırlık bir zaman için kiraya vermiş oluyorsa, söyleyecek hiçbir sözüm yok.
Ben bu \'\'mayın\'\' olayına hükümetin önemli bir sınavı olarak bakıyorum. Özellikle bölge milletvekillerinin bu meseleye reaksiyon geliştireceklerine inanıyorum. Bu sadece Türkiye\'nin sınır meselesi değil; aynı zamanda bütün bir Ortadoğu meselesidir.Bu bağlamda bence özellikle Hakan Albayrak\' ın \'\'İslam Birliğinin Nüvesi Olarak Türkiye -Suriye Birliği\'\' adlı kitabı derinlemesine okunmalıdır.İbrahim Karagül\'ün strateji kokan yazılarını takip edip daha salim bir kafayla düşünmeliyiz.Bu arada bu olaya çok daha önceden bir \'\'mesele\'\'olarak bakan Sezai Karakoç\'un \'\'Çıkış Yolu\'\'adlı üç ciltlik kitabını da unutmamak lazım diye düşünüyorum.
Eğer bu mayın olayında hükümet mayına basarsa; hükümete de yine Sezai Karakoç\'un Çağ ve İlham adlı kitabından bir pasajla karşı durmak lazım diye düşünüyorum:
Onlar sanıyorlar ki ,biz sussak mesele kalmayacak, Halbuki; Biz sussak tarih susmayacak. Onlar sanıyorlar ki, Bizden kurtulsalar mesele kalmayacak Halbuki; Bizden kurtulsalar vicdan azabından kurtulamayacaklar Vicdan azabından kurtulsalar, Tarihin azabından kurtulamayacaklar. Tarihin azabından kurtulsalar... Tanrı\'nın azabından kurtulamayacaklar!