12 Haziran seçimleri yaklaştıkça terör olayları ve ülkeyi kaos ortamına sürükleme çabaları hız kazanmış bulunuyor. Adeta karanlık bir el paçasından tutarak Türkiye’yi karanlığın içine çekmeye çalışmaktadır.
Bu bağlamda; önce YSK tarafından BDP listesinden bağımsız aday olarak seçimlere girecek adayların veto edilmesi, daha sonra Başbakan’ın Kastamonu mitingi sonrası Ankara dönüş yolunda parti konvoyuna eskortluk eden polis otosuna saldırı düzenlenmesi, peşinden Şırnak Silopi’de gece saat 23 sularında polis noktasına saldırı düzenlenmesi, akabinde Bingöl’de devriye gezen polis otosuna saldırılması ve Şırnak Uludere sınır bölgesinde öldürülen 12 PKK’lının cenazeleri dolaysıyla yaşanan gelişmeleri yan yana koyunca resim tamamlanmış olmaktadır Tabloyu gözümüzün önüne getirince İşin içinde bir tezgâh olduğu, bütün bu olayların bir mühendislik projesinin, büyük bir komplonun, bir senaryonun parçaları olduklarını rahatlıkla görebiliyoruz.
YSK’nın almış olduğu söz konusu kararın gerisinde kaos ortamına zemin hazırlamak niyetinin yatmadığını kim söyleyebilir? Madem sorunun çözümü mümkündü, gerekli belgeler daha önce istenemez miydi? Ülkede karışıklığın çıkmasına ve birçok şehirde savaş görüntülerinin yaşanmasına, vatandaşların can ve mal güvenliğinin tehlikeye atılmasına, hatta bu hengâmda can kaybının bile yaşanmasına sebebiyet verdikten sonra geri adım atmanın hiç bir önemi yoktur! Meydana gelen kayıpları kim telafi edecek ve tüm bu yaşananların hesabını kim verecek? Böyle sorumsuzluk olur mu? Nitekim yurtdışından kafile kafile gelip gümrüklerde oy kullanan seçmenlerin bu azim ve kararlılıklarının gerisinde YSK’nın bu engelleyici tutumuna duyulan tepkinin yattığını tahmin etmek zor değildir. Hatta gümrük kapılarında kurumu protesto eden pankartların asılmasına bile şahit oluyoruz.
Şırnak’taki olayda şehit olan iki polisten biri olan ve hafta sonu evlenmek üzere izin alıp memleketine gidecek olan polisle ilgili, devresi olduğunu belirten bir polisin, ölen polisin dayısına gönderdiği bir mesaj, olayda pis kokuların yayılmasına kapı aralamış ve cinayetin bir komplonun eseri olabileceği ihtimalini güçlendirmiştir. Söz konusu olayla ilgili şu soruların açıklığa kavuşturulması önem arz etmektedir: 1- Bir buçuk aylık polis olan ve hafta sonu evlenmek üzere izin alıp memleketine gidecek olan polis memurunun o gece ve saatte nöbete gönderilmesi bir tesadüf müdür? 2-Devresi olan polisin dediğine göre, her gece nöbette olmalarına rağmen, o gece keskin nişancılar niye yoktu? 3- Acaba, hafta sonu evlenecek birinin cenazesinin baba evine gönderilmesinin yol açacağı tepki hesaplanarak mı adım atılmıştır?
Şırnak Uludere sınır bölgesinde çıkan çatışmada ölen 12 PKK’lının cenazeleri bağlamında yaşanan olaylar ise provokatif hareketleri tetiklemiş, adeta provokatörlerin ekmeğine yağ sürmüştür. Vali Bey’in tüm ısrarlarına rağmen, Jandarma Tümen Komutanı’nın diretmesiyle çatışmada ölen üç kişinin cesedi, ‘kritik bölgede bulunmaları’ gerekçesi ile Irak sınırında bırakıldıktan sonra, olayların fitilini ateşleme istidadı taşıyan, “Gelin leşlerinizi alın” diye telefondan haber gönderilmesi halkta infiale yol açmış ve galeyana gelen bölge halkı, yüzlerce kişilik kafileler halinde, Irak sınırını geçerek cenazeleri alıp Türkiye’ye getirmişlerdir.
Daha önceleri yapıldığı şekilde, cenazeler otopsi için Diyarbakır veya Malatya’ya gönderilmesi gerekirken, özellikle provokasyona açık olan Şırnak tercih edilmiştir. Görüldüğü gibi, anılan bu olayda da baştan sona kadar, seçim öncesi ortamı provoke etmek için her fırsattan azami derecede istifade edildiği müşahede edilmektedir.
Durumdan vazife çıkararak statükonun bekçiliğine soyunun bazı kurumlar; engel çıkarmakla, baskıyla, mühendislik projeleriyle sonuç almanın artık mümkün olmadığını hâlâ anlamamış görünüyorlar.
Devletin pek çok kurumuna çöreklenmiş olan derin mihraklar, kendileri açısından bir ölüm kalım meselesi olarak gördükleri 12 Haziran seçimlerini sabote etme girişimlerine hız vermiş bulunuyorlar. Yapabilirlerse, ilk etapta seçimi iptal edecekler. Bu mümkün olmasa-ki değildir- seçimlerde halkın iradesini etkilemek ve şekillendirmek için her yola başvuracaklardır.
Söz konusu statükocu zihniyetin temsilcileri, halkın özgür iradesinin sandığa yansımasının kendi iktidarlarının sonu olacağını gayet iyi bildiklerinden, seçim sürecini etkilemek için boş durmayacaklar ve bu konudaki tüm hünerlerini sergilemekten asla tereddüt etmeyeceklerdir.
Derin mihrakların seçimlere yönelik sabote girişimlerinden ve bir araya gelmeleri asla mümkün olmayan bazı parti, örgüt ve eski siyasilerin bir amaç etrafında birleşmeleri ve kutsal bir ittifak içine girmelerinden de anlaşıldığı üzere bu seçimler ülkemiz açısından hayati derecede önemlidir. 12 Haziran seçimlerini, kesinlikle partiler arası bir yarış olarak görmemek gerekir. Anılan tarihte halk, vesayet sistemi ile halkın özgür iradesine dayanan özgürlükçü demokrasi arasında bir seçim yapacaktır.
Yapacağımız tercihle, 1909 yılından itibaren ülkemize musallat olan cuntacı yapılanmalara ya rıza göstereceğiz veya vesayet sistemini elimizin tersi ile itip, halkın belirleyici ve yönetimde söz sahibi olduğu özgürlükçü demokrasiye evet diyeceğiz. Burada üçüncü bir seçenek söz konusu değildir. Mesele; ‘falan parti gitsin, öbürü gelsin’ meselesi asla değildir. Halkın kendi iradesine sahip çıkıp çıkmama meselesidir Yapacağı tercihle herkesin, neye ve kime hizmet ettiğinin bilinci ile hareket etmesinde, demokrasinin selameti ve ülkemizin geleceği bakımından sayılamayacak kadar faydalar vardır.
KAOS TACİRLERİ BOŞ DURMUYOR
