Onsuzluk kervanında yürüyoruz, bir kuru vahadan geçiyoruz. Kumlar yüzümüze çarpıyor, kuru dikenler gelip geçiyor yanlarımızdan. Biz küçük adımlarla ilerliyoruz. Hangi yöndeyiz bilmiyoruz. Onsuzluk kervanında hep O’na ilerliyoruz. Hangi yönde olduğumuzu bilsek ne çare? Yönlerimizi bilmiyoruz. Doğumuz neresi, batımız neresi? En önemlisi kıblemiz…
Onsuzluk kervanında ilerliyoruz. Bir toplum olur şuuruyla bazen toplanıyoruz. Onun makamı denilen yerde birileri konuşuyor. Anlamıyoruz. Gözlerimizi kapıyoruz. Onun hayalini görürüz ümidiyle…Bir kamet sesi bölüyor hayallerimizi. İrkiliyoruz. Bir kısa duadan sonra dağılıyoruz.
Onsuzluk kervanında yürüyoruz. Diğer gamlıktan uzak, kendine, daha doğrusu bencilce, topluyoruz, hep topluyoruz. Ölüm düşüncelerinden uzak, çalıyor çırpıyoruz.
Alkışlar arasında “ canım, anam ve babam feda olsun Ya…..” sesleri ve sloganlarla irkiliyoruz,
Onsuzluk kervanında ilerliyoruz, dindarlığın miskinlik olduğu vehmi ile haksızlıklara boyun eğiyoruz. Adaletten habersiz yaşıyoruz. Hak karşısında dilsiz duruyoruz.
Onsuzluk kervanında dinleniyor, gülüyor ve eğleniyoruz. O’na kavuşma ümitleri beslerken, “Ben kıyamet günü sizin çokluğunuzla övünürüm” sözü için Kıptilere yakışan düğünler, O’na benzemek için “sünnet törenlerinde” Nasranîlere yakışan ayinler tertipliyoruz.
“Bizi aldatan bizden değildir” sözünü tedavülden kaldırdığımız zamandan beridir, O’na ilerleme yerine hep yerimizde sayıyoruz.
“Tefekkür”, “tevekkül” ve “sabırı” onun gibi anlamıyoruz diye… Çaresizliğimize, güçsüzlüğümüze Oturup ağlıyoruz
Onsuzluk kervanında yürüyoruz, bir asr-ı saadet var ederiz ümidiyle…“oku” “düşün” emirlerini unutarak toplanıyoruz. Sloganları aşmayan imanlarımızla O’na ulaşmaya çalışıyoruz.
Onsuzluk kervanında O’na doğru yürüyoruz
Doğumuz neresi, batımız neresi en önemlisi Kıblemiz… Kıblemiz neresi?