Tarihî Samsat, baraj sularının altında kalırken insanlar çil yavrusu gibi sağa sola dağıldılar.(1988) Adıyaman’ın tahıl ambarı olan ilçe ve birçok köy sulara gömülüp gitti. Fırat havzasının en verimli arazilerini baraj gölü yuttu. Barajzedelerinbir kısmı Adıyaman, Kâhta ve Gölbaşı’na göçtü. Aldıkları kamulaştırma bedelleriyle başlarını sokacak birer eve zar zor sahip oldular. Kamulaştırmadan biraz para alanlar da bu parayı değerlendirecek ticarî donanıma sahip olmadıklarından, kısa sürede elden çıkması ve eriyip gitmesiyle karşılaştılar. Bazı aileler Mersin, Adana, İstanbul’a göçmeyi tercih ettiler. Önceden buralara yerleşenakrabalarının yanında, onların desteğiyle ayakta kalmayı umarak…
Gurbetçi olanlardan otuz-kırk aile deDidim civarındaki Yalıköy’de devletin verdiği konutlara razı oldular. Yalıköy, Didim’de Orman Kampı’nın karşısındaki kıraç bir alanda yapılan devlet konutlarından oluşuyor. Ege Bölgesi… Ancak Ege’nin en verimsiz, en kıraç alanı. Urfa-Diyarbakır arasında gidip gelenler bilir: Karaca Dağ denen mevkiye yaklaştığınızda, uzaktan gözünüze büyük bir mor koyun sürüsü, keçi sürüsü görünür. Yaklaştığınızda hayal kırıklığı… Sizin mor koyun sandıklarınız, meğer koca koca pembeli-morlu kaya parçalarıymış… Yol boyunca sağınız, solunuz bütün tarlalar bu mor kayalarla kaplı. Koyun sürüleri gibi…
İşte Yalıköy de tam böyle mor kaya parçalarının ortasına kurulmuş. Hazine arazisiolduğu için… Dev kepçeler ve dozerler, o taşları, o kayaları temizleyip ilerilere yığmış ve evleriçininşaat arsası açmış. Konutlar bu çorak, bu kocaman kayaların ve taşların arasında. Tam bir beton yığını. Bir tek yeşillik ve ağaç yok. Su da öyle… Sorunlu ve sınırlı. Benim gariban hemşehrilerim, mecburen kabullenmiş ve gelip yerleşmişler. Eğer buna yerleşmek denirse… Ayakta kalmaya, tutunmaya çalışıyorlar.(1990)Çoğu köylü ve çiftçi olan hemşehrilerimin yerleştiği konutların köylüyle, çiftçiyle hiç alakası yok. Konutlar, sanki sahildeki bir turistik köy için yapılmış. Bahçe yok,depo yok, ambar yok, ahır yok, kümes yok. Yok, yok, yok… Gel de bu daracık beton yığınlarında yaşa… Tam anlamıyla bir yokluk…
Köye, ikide bir turizmciler geliyor. Tüm konutları satın alıp bir sahil beldesi yapmak için... Ama satmak yok. Satamıyorlar. Zira devlete taahhütleri var. En az 15 yıl elden çıkarmayacaklarına dair söz vermişler. Hepsi, tam anlamıyla karaya vurmuş birer balık… Başları ellerinin arasında, kara kara düşünüyorlar. Kadere sitem ederek… Memlekethasreti çekerek…
Didim’liler, onların buraya gelmelerinden fevkalade rahatsız. Henüz köy inşaatı başlamamışken, yerini görmek için gittiğimde, bitişiğindeki bir bostanda sulama yapan bir yaşlı kadın bana aynen şunları söylemişti:
‟Ah oğlum! Sorma. Ağzımızın tadı kaçacak. Buraya doğudan insanlar gelecekmiş. Kuyruklu insanlar…„ Evet, evet, aynen böyle… ‟Kuyruklu insanlar.„ Kuyruk dediği, benim amcamın, dayımın, dedemin giydiği şalvar olmalı… Eğer şalvar değilse, tam bir cehalet ve rezalet… İnsanları kuyruklu olarak kabullenmek ön yargısı… İşte Didim’lilerin benim akrabalarıma, barajzede hemşehrilerime bakış açısı bu… Böylesi bir ortamda tutun tutunabilirsen…
Çilekeş hemşehrilerim sabırla, yılmadan bütün dışlanmışlıklara göğüs gererek yaşamaya, alışmaya çalıştılar. Onların çektiği çileyi, eziyeti, gurbet acısını ben çok iyi biliyorum. Çünkü yıllarca oralarda görev yaptım. Her biri birer sabır abidesi… Hâlâ da onlara ‟Ya sabır„ önerisinde bulunuyorum. Zira biz sabrın sonunun selamet olduğuna, Cenabı Allah’ın sabredenlerle beraber olduğuna, Cenabı Allah’ın sabredenlerle beraber olduğuna inanıyoruz. Siz sabrettikçe bize ‟kuyruklu„ deyip dışlayanlar da sabrın, tevekkülün, kısmetin, komşuluğun, insanlığın„ ne demek olduğunu gördüler, anladılar, anlamaya devam ediyorlar… Selam ve dua ile.