“Kelebek misalidir aşk; anlamayana ömrü günlük, anlayana bir ömürlüktür.” Der, Cemal Süreyya
Sonbaharda başlayan ve yine bir sonbahar da yaprak dökümü yaşanılan bir düştü onlarınki Sabah habersiz bir karşılama, Hoş geldiniz seremonisi ve kahve ikramı Toprağa düşen bir tohum misali… Uzun süren habersiz göz takipleri, yöneltilen sorular… Uzayan incelemeler, yakın şehirlerde istenilen görevler Biraz nazlı bir başlangıçtı; bol gelmeli, gitmeli uzayan yollar… Sonra oturup enine boyuna yapılan konuşmalar verilen sözler. Bir “ Evet ” le başlayıp takılan alyanslar… Mutlu çıkılan bu yolcuğun, evliliğin hemen sonrasında başlayan söz düelloları, Kayıtsız kalınamayan müdahaleler ile evin içine taşınan olaylar zinciri… Böyle mi olmalıydı? Böyle miydi verilen sözlerin yerine getiriliş şekli? Doluya koydu almadı, boşa koydu tamamlayamadı. Ne yapsa çıkış yolu bulamadı bizimkisi, Oturup anlatmaya çalıştı; Çözüm önerileri sundu ama nafile dinletemedi… Her çözümünün sonuçsuz kalması elini kolunu bağlayan bir düş kırıklığı olurken Kısa süreli bir ayrılıktan sonra asansörde ki ilk karşılaşma çiftleri birbirinden daha da uzaklaştıran şey oldu… Sonrası mı? Sonrasını ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim. Bırakın en güzelini Can Yücel söylesin… Sebepsiz sevmektir aşk. Nedeni olmadan bağlanmak birine.. Gözlerine baktığında erimektir içten içe. Ellerini tuttuğunda titremektir tüm benliğinle. “Hatta sarılamamaktır utançtan, Çünkü utanmaktır sevmek aslında”. Sevmek nedir aslen? Ölmek mi uğruna? Yaşamak mı onunla? Sevmek mi ömür boyunca? Yoksa ayrılmak mı gerekince? Nedir insanı başkasına bağlayan? Güzelliği mi? Bilmez kimse bu soruların cevabını… Kimi sever güzelini, kimi sever özelini…