Dışarısı çok soğuk, fırtına kopuyor… Rüzgârın ıslığı odamın içinde beni ürkütüyor. Hava almak istiyorum öylesine boş, sebepsiz. Beynimdeki düşüncelerle dışardaki fırtınanın birleşmesi içimi daraltıyor. Çocukken de çok korkardım rüzgârdan, annemin yasemin çiçeği kokan ellerine tutunurdum sıkı sıkı… Bir fincan kahve alıp, havayı ciğerlerime çeksem açılır mıyım acaba? Pencereden dışarı bakıyorum ürkerek, beynimin içinde uçuşan kelimeler gibi dışarıda da her şey havada. Karşı koyamıyorlar fırtınanın şiddetine, benim beynimdeki sorulara cevap bulamadığım gibi… Hem beynimdeki hem de dışarıdaki fırtınanın şiddetine ritim tutuyor kalp çarpıntım, yoruluyorum sessizce koltuğuma oturuyorum… Havayı soluyorum nefes nefes. Gökyüzü matemini seyrediyorum buğulu gözlerle. Buruk bir koku var burnumda. Güneş kâh gülen yüzünü gösterip göz kırpıyor ayazda kalmış yüreğime, kâh bulutun arkasına gizlenip oyun oynuyor şen çocuklar gibi benimle. Düşündükçe saçım, başım mateme bulanıyor damla damla, sırılsıklamım. Her tarafım kimsenin göremediği yara, bere içinde. Çarpıntının verdiği can havliyle bilgisayarın ekranına dokunuyorum yeniden umut yüklenip yeşermek için… Gözüm ansızın bir fotoğrafa takılıyor. Biranda dışarının üşüten ayazı ve ürkütücü uğultusu yerini gürül gürül yanan sıcacık bir soba ve üzerinde çıtırdayan kestanenin sesine bırakı veriyor… Sizin anlayacağınız “Hayat” sorular ortasında da kalsanız, ayazda da kalsanız, akıp gidiyor. Tutabilene AŞK olsun…