Onsekiz, yirmi yaşlarındaydı. Yaşına göre iri cüsseliydi. Yıl boyunca yaz kış, ağabeyi Ahmet Kara’ nın veya sevenlerinin kendisine verdiklerini giyerdi. Bunlar, yazın pantolon ve gömlek; kışın da ilave edilen bir ceketten ibaretti. Lastik ayakkabıları hiç değişmezdi. Yazın kavurucu gözlere vuran sıcağında, kışın dondurucu sovuğunda bu lastik ayakkabılar hep sabit kalırdı.
Deli değildi. Ancak emsallerine göre biraz özürlü sayılırdı. Kimseye zarar vermezdi. Sabahtan akşama kadar ilçeyi kuzeyden güneye yaran uzun ana caddede, bu cadde boyunca dizilen dükkanların önünde sessiz, sedasız kendi halinde dolaşır dururdu. Karşılaştığı kişilerden nazının geçtiği biri varsa arkasından yavaşça yaklaşır ve gayet samimi bir şekilde elini boynuna dolayarak yürümeye başlardı. Buna alışkın olanlar da sesini hiç çıkarmadan birlikte yürümeye devam ederledi. Sanki saatlerden beri aynı mevzuyu konuşuyormuşcasına hemen konuya girerdi:
__ Emin var ya, Emin…Deli deli…Sülo da deli…Evet deli…Dün gene ayakkabılarını çıkarıp falana taş atmış…
Koluna girdiği kişi de her kim olursa olsun, bu kalıplaşmış sözlere alışık olduğundan hiç bozuntuya vermeden sabırla dinler ve ara sıra da ya sözle ya da başıyla kendisini onaylardı.
Emin ve Sülo dedikleri, ilçenin kendisi gibi olan diğer iki meczubuydu. İsmet onları sürekli izler, gözler ve tesbitlerini böyle önüne gelen, karşısına çıkanlarla paylaşırdı. Bu kol kola, omuz omuza sarmaş dolaş yürüyüş kırk elli adım sonra sona eredi. Sizi bırakır, bu kez yine karşılaştığı biriyle aynen devam ederdi.
Bahar ve yaz günlerinde bakkal dükkanlarının önü beşerli onarlı gruplar halinde iskemlelere oturan müdavim sohbetçilerden oluşurdu. İsmet’i görünce birileri mutlaka çağırır ve ilköğretim Müdürü Naci Hoca’nın bozuk jeepini veya Maliye Veznedarı mide hastası “Kekoş” lakaplı İsmail Efendinin türkü söylemesini taklit ettirirlerdi. O da bu teklif ve istekleri hiç reddetmez, hemen taklide başlardı. Her iki elini sırayla göğsüne vurmaya başlar ve :
__ Pat! Pat! Pat! diye sesler çıkarırdı. Bu; çalışmadığı için itilen ve çalıştırılmaya çalışılan Naci Hoca’nın jeepiydi.
Veznedar İsmail için de sağ elini kulağına koyarak hep aynı nağmeyi söylerdi:
__ Kekoşum! Kekoşum!.. Bu da onun, İsmail Efendi için bestelediği iki sözcüklük türküsüydü.
Taklitler bitince sessiz, sedasız meclisi terk eder ve caddeyi turlamay devam ederdi. Yaşlıyla yaşlı, gençlerle genç, çocukla çocuktu. Pırıl pırıl bir kalbi vardı. Sevecen, sevimli ve sempatikti. Ne kimseyi incitir, ne de üzerdi. Herkesle arkadaş ve yoldaştı. Bir iki gün ortalıkta görünmediğinde sanki insanları bir sessizlik, bir neşesizlik, bir sıkıntı kaplardı.
Hep bu şekilde yaşadı ve bu şekilde aramızdan ayrıldı. Kendisini sevgiyle ve rahmetle anıyoruz. Rahat uyu sevgili İsmet…