Kırk beş, elli yaşları civarındaydı. İnce, uzun boylu, zarif ve narin biriydi. Mahallenin, belki de ilçenin başta gelen esmer güzeliydi. Bir çok mankene taş çıkartacak bir endama sahipti. Başındaki renkli yazması, yerlerde sürünen güllü siyah fistanı, topuklarını örten genişuzun şalvarı ve yaz kışayağındandüşürmediğinaylonterliklerihepaynı, hiçdeğişmezdi, değitirilemezdi. Zira hiçbirinin yerine giyecek yedeği yoktu.
İlk kocası kimdi, ne zaman ölmüştü bilmiyorduk. Bildiğimiz bir şey vardı: On altıonyediyaşlarındakiHasan veHüseyin adındakiikioğlu ileonlardandaha küçükikikızınınbaşsız,direksiz, sahipsizkalmamalarıiçinhiç dedengiolmayanKısaMehmet ileevlenmeyihemenkabuletmesiydi. Namus ve ahlak numunesiydi. Dul kadınlığına en ufak bir fiske gelmesine asla tahammülü yoktu.
Mahalenin en fakirlerindendi. Buna karşın, durumundan hiçbir zaman şikayetçiolmaz,onudilegetirmezdi. Bunun yanında başka “en” leri de vardı: En neşeli, en sevimli, en güleryüzlü, en konuşkan, en hoş sohbet biriydi. Temizlikte de“en”sayılırdı.Giysileri, çocuklarınınüstübaşı, KısaMehmet’inelbiseleri, oturdukları evleri…Heramaher şeyiylepırılpırılbirinsandı.
Sabahların değişmez kahvaltısı mercimek çorbasından sonra üç dört yaşındaki kızınıkucağına alır; mahallenin, mahallelinintektekkapısınıçalar, halhatırsorar, gerekirse ev işlerindeyardımederdi. Bunu; hiçbir beklenti için değil komşuluk hatırı için yapardı. Komşuları da onunla her türlü sorun ve sıkıntılarını paylaşır, onunla güler onunla ağlardı. Gittiği her komşusu, onu asla boş göndermezdi.Yiyecek, içecek, giysi, ev eşyası vb. bir şeyler vermeden göndermezlerdi. Bunları almadan epey direnir, reddeder fakat komşularının yeminli ısrarları karşısında onları kırmazdı. Dört çocuğunu hep böyle namusuyla, onuruyla, kişiliğinden ödün vermeden, kimseye boyun bükmeden yetiştirmişti.
Kadınlakadın, erkekle erkek, çocuklaçocuktu. Bu güzellik ve özelliğiyle yalnız mahallenindeğil, bütünilçenin idolüveteksembolüydü. Nur içinde yat Nuriye teyze…Mekanın cennetolsun.