Çok uzun zamandır İstanbul’a yapılan yatırımları, Türkiye’nin dört bir yanında yaşayanlar imrenerek, gıpta ederek, üstüne bir de yutkunarak takip ediyor. Bunlardan biri de bu satırların yazarıdır. Üstelik İstanbul’a inadına yapılan milyon dolarlık yatırımlara karşın, bir kaç yüz binlik yatırıma hasret kentler varken…
Unutulmuş kentlerden birinde ömür çürüten, nefes tüketen, küçücük bir yatırımın kentimize gelmesi için yıllarca kalem oynatan birisiyim.
Benim gibi Anadolu’nun her tarafında kentinin kalkınması için kalem oynayan meslektaşlarım var. Her yazıyla kentin bir eksikliğine dikkat çeken, bir sorununa çözüm arayan insanlar var.
Yine bu insanlar, hayata geçecek her projenin kentlerine yapılması çabası içindeyken ömürlerini de birlikte çürütüyor.
Bir yol için yüzlerce yazı yazıyorduk ama kimsenin kılı kıpırdamıyordu.
Her gün kazalarda onlarca insanımızı kaybediyor ama bir köprü yaptırmaya gücümüz yetmiyordu.
Bir otogar istiyorduk, biz yazıyor, biz okuyorduk.
Yapılan yatırım da vardı elbet, vatandaşın işine yaramayan, onun hayat standardını değiştirmeyen, daha iyi yaşamasına imkân sağlamayan yatırımlardı.
Yapıldığında da millete hizmet edecek şekilde değil, rant elde edilecek şekilde yapılıyordu.
Cumhurbaşkanının, başbakanın, bakanların açtığı şişirilmiş yatırımların tek amacı da elde edilen rantların cebe indirilmesi, altlarındaki koltuğun sağlamlaştırılmasıydı.
Biz hastane istiyorduk, insanca muayene ve tedavi olmaktı derdimiz.
Biz kültür merkezi istiyorduk, tiyatro olsun, kütüphanesi bulunsun, sinema salonları olsun istiyorduk.
Çok şey istemediğimiz zamanlarda oldu; park, piknik alanları, temiz su, düzgün yol...
Hepsini yapmayacaklarını bile bile ısrarla, inatla istemeyi sürdürdük. Onlarda bizden geri kalmadı, ısrarla ve inatla yapmadılar.
Öyle unutulmuştuk ki ondan olmalı “hava durumunda kentimizin adı geçsin” isterdik.
Sesimiz çıksın diye Kent Konseyleri kurduk, platformlar oluşturduk…
Bulunan her fırsatta “kentimizi tanıtmak” zorunda kaldık ve bulunan her fırsatı ranta çevirmeyi bilenler de hiç eksilmedi.
Bir köşeye atılmış, kaderine terk edilmiş, beceriksiz yöneticilerin atlama tahtası halini almıştık.
Hep onlar kazandı, hep onlar kıymetli oldu ve o nedenle “yapmayarak kıymete binmenin dayanılmaz hafifliğiyle kuş olup uçtular.”
Sadece biz değildik elbet.
Her kentte memleketini seven, halkını önemseyen insanlar vardı.
Bürokratı, siyasetçisi, sivil toplum kuruluşları ve hatırı sayılır insanlar ama hiç kimsenin gücü, Taksim’e inadına yapılacak yatırımın bir tekini bile kentlerine taşımaya yetmiyordu, halen de yetmiyor.