Son mesaj - Gönderen: Editör - Çarşamba, 01 Şubat 2017 09:01
Bazı insanlar alçak gönüllüdür, bazıları da alçak olmaya gönüllüdür...
Köşe Yazıları

Köşe YazılarıOrhan SAMSATLIOĞLUESKİ SAMSAT (SÜTBULAK)TAN SOFU ALİ [ Arama ]

ESKİ SAMSAT (SÜTBULAK)TAN SOFU ALİ
Başlık ESKİ SAMSAT (SÜTBULAK)TAN SOFU ALİ
Tarih 03.09.2018
Gönderen Editör

ESKİ SAMSAT (SÜTBULAK)TAN SOFU ALİ

O gün ketfi yerinde değildi. Canını sıkan bir şey de olmamıştı. Az önce kalede antik yüzük taşı arama teklifinde bulunan Nuri Şahin, Sıddık Aslan ve Fahri Başaran'ı da bütün ısrarlarına rağmen kibarca reddetmiş ve yalnız kalmak istediğini söylemişti. Oysa  bir yıldan berş hemen bir yer yağmurdan sonra yaptıkları işti antik yüzük taşı aramak... Yağmurun ardından kaleye çıkar, yamaçlarda ve tepede yüzük taşı ararlardı. Her seferinde de kısmetlerine bir şeyler çıkardı. Kehribara, akik taşına benzerdi bu taşlar. Her nedense yüzüklerle beraber değil, tek başlarınaydılar. Üzerlerinde çeşitli resimler, figürler vardı. Bazen birer tane bulur, bazen de grup olarak sadece bir tanesine raslarlardı. Buldukları taşları, onbeş yirmi günde bir Samsat'a gelen antika toplayıcısına satar, aldıkları paraları eşit paylaşırlardı. Bu taşlar çok değerli olmalıydı. Antikacı tanesini elli liraya aldığına göre, kim bilir kendisi kaça satıyordu....

           Arkadaşlarını gönderdikten sonra tek odadan ibaret olan evinin duvarındaki gömme tandırın önüne bir minder serdi. Duvarda asılı duran derviş defini alıp oturdu ve çalmaya başladı. Bir yandan çalıyor, bir yandan da ilahi, kaside ve gazellerle eşlik ediyordu. Çaldıkça okuyor, okudukça çalıyordu. Repertuvarındaki bütün ilahileri okuyordu. Yarım saat , bir saat, iki saat... Ne kadar çalıp okuduğunu kendisi de bilmiyordu. Ağıt, hıçkırıklar, ilahiler ve derviş definin sesleri birbirine karışmıştı. Bir ara birden hareketlenerek ayağa kalktı. Elindeki derviş defini duvardaki yerine astı. Ellerini göbeğinde bağlayarak eğilip kalkmaya, zikir yapmaya başladı: "Ha Allah! Hu Allah! Hu Allah... Ya Hayy! Ya Hayy!... Hayy Allah!.. Hayy Allah!..  Hayyy Allah!.." Rüküya benzer haraketlerle eğlip doğruluyor ve diliyle de zikrediyordu. Bu zikri ne kadar sürmüştü ?  Kendisi de farkında değildi. Yorulup takattan düşene kadar devam etti. İyice yorulduktan sonra tandırın önündeki minderine yavaşça oturdu. Sessizce bir şeyler mırıldanmaya, dua etmeye başladı. Adetiydi, beş on dakikalık bir duadan sonra yavaş yavaş kendine gelir, eski haline dönerdi.

              Ayağa kalktı. Odasının daracık kapısını açıp dışarıya baktı. Yağmur dinmiş, tatlı bir güneş açmıştı. İçinden:" Tam da damı loğlamanın zamanı." dedi. Kapıyı  kapatıp dışarıdaki ahıra yöneldi. Asılı duran kalburu alıp samanla doldurdu. Bunları toprak dama serpecekti. Silindir şeklindeki loğdan önce dama baştan başa saman serpince , loğlama işi daha güzel yapılır, toprak ve çamur kalkmamış olurdu. Bir köşede duran "loğdır" dediği aparatı da alarak dışarı çıktı. Ağaç merdivenden yavaş yavaş, dualar okuyarak dama çıktığında , arkadaşları da muhtemelen yüzük taşları için kaleye çıkmış olmalıydılar.

             Kalburdaki samanları pençe pençe alarak damın her tarafına serpti. Ardından da çatal şeklindeki aparat loğdırı, bir köşede sabit duran silindirimsi loğa takarak damın bir ucundan öbür ucuna gidip gelmeye başladı. Uzunlamasına yapılan loğlama bittikten sonra, bu kez de enine aynı işlemi defalarca tekrarlayıp loğlamayı tamamladı.

           Sıra tokaç ile "Sivik" denen toprak saçakları tokaçlamaya gelmişti. Az önce saman dolu kalburla beraber dama çıkardığı tokacı alıp sivigleri (saçakları) tokaçlamaya başladı. Bir, iki, üç, beş... Tam çörtenin başına geldiğinde , hiç beklemediği bir sürprizle karşılaştı... Birden bire durup seyretmeye yanılmadığından emin olmaya çalıştı. Çömeldi. Gözlerini ovuşturup tekrar baktı. Yanılmıyordu. Kaledekilerle aynı olan bir antik yüzük taşı, toprağa gömülü haliyle duruyordu. Yaklaşıp tırnaklarıyla gömülü olduğu topraktan çıkardı. Artık iyice emindi. Bu parıl parıl parlayan kahverengi, şeffaf bir yüzük taşıydı. Çıkardı. Şalvarına, gömleğine sürerek iyice temizledi. Temizledikçe üstündeki figürler de meydana çıkıyordu. Bir süvari, elindeki kılıcı, başındaki miğferiyle karşısında duruyordu. Oturdu. Bir süre hiçbir şey söylemeden sessizce oturdu, oturdu, oturdu. Biraz sonra ellerini havaya açarak dua etmeye başladı: " Hey kurban olduğum Allahım!.. Sen ne kadar yücesin.. Kerametinden sual olunmaz. Arkadaşlarımın kalede aradığı yüzük taşını, ister sen çörtenin ağzında da verirsin... Amenna ve saddakna !" diyerek ayağa kalktı. Kalburu, tokacı, loğdırı alıp aşağı indi. Sıra, abdestini tazeleyip Rab'binin huzurunda durmaya, ikindi namazına gelmişti. O da öyle yaptı. Rızkı veren Allah için zaman, mekan diye bir şey yoktu. Kimine kalenin tepesinde, kimine de çörtenin ağzında...

 

Oyu Puanı: 3 - Ortalama: 5

Yorum Gönder Değerlendir
Yorumlar

Bilgiler
Burda 1175 Yazı Kayıtlı
Enfazla Bakılan: ESKİ SAMSAT’I ÖZLÜYORUM
Enfazla Değerlendirilen: FAHREDDİN AKTAŞ HAKK’A YÜRÜDÜ

Köşe Yazıları Bölgesini Gezen: 3 (0 Kayıtlı Üye 3 Ziyaretçi ve 0 Bilinmeyen Üye)
Görünen üyeler:


 
Samsat Haber @ Fahrettin ÇELİK

MKPortal ©2003-2008 mkportal.it

Haber Siteleri